Modern Toplumun İnşası/Muammer Tuna-Hasan Şen-Zafer Durdu (1)
- HBDivarcı
- 7 Eyl 2021
- 1 dakikada okunur
Bu noktadan hareketle klasik modernleşme teorileri sosyolojinin kurucularının sosyoloji üzerine düşündüğü, tartıştığı ve yazdığı dönemde ortaya çıkmıştır.
Modern sözcüğü, Latince modernus sözcüğünden türetilmiştir ve yeni, çağa uygun, çağdaş, içinde yaşanılan güne ait olan anlamına gelmektedir. (Stein ve Flexnur)
Modernite ise modernleşme sürecine daha dışarıdan bakabilen ve hatta ona karşı eleştirel bir tavır alışı içeren bir kavramdır. Dolayısıyla modernite, geleneksel topluma ve kurumlarına karşı toptan bir meydan okumayı, kutsal temelli toplum tasarımına karşı, akıl temelli toplum tasarımını ifade etmek için kullanılmaktadır.
Bu çatışma sürecinde ortaya çıkmış olan önemli bir kırılma noktası, merkezi krallıklar ile yerel aristokrasi arasında imzalanmış olan ‘Magna Carta Liberatum’ dur. 1215’te imzalanmış olan bu anlaşmaya göre, genel olarak toplum, özel olarak yerel feodal aristokrasi, merkezi krallıklara karşı bazı temel hakları elde etmiş ve özellikle mülkiyet hakkı kısmi güvenceye alınarak, yerel aristokrasi merkezi aristokrasiye karşı görece avantajlı duruma gelmiştir.
John Locke, Thomas Hobbes, David Hume gibi filozoflar, aslen insanoğlunun bilgiye ulaşma yetenek ve kapasitesini tanımlamaya çalışmışlardır ve bu yüzden Aydınlanma filozofları olarak anılmışlardır.
İnsan aklı ile ulaşacağı varlığın bilgisi hakkındaki malumatlara, duyuları aracılığı ile yapacağı gözlemler ve deneyimler ile ulaşır ve buna emprisizm denir.
Bu bağlamda eğer varlığın ve tüm evrenin işleyiş yasalarına ulaşılabiliyorsa, evrendeki varlıkların işleyişleri arasında bir düzenlilik ve ard arda geliş söz konusudur, buna da gerekircilik ya da determinizm denir.
Sekülerizm ise insan aklının dinsel taassuptan kurtularak bir anlamda özgürleşmesi toplumsal ve siyasal hayatın bir anlamda dinsel taassuptan kurtularak bir anlamda özgürleşmesi anlamına gelmektedir.
Kepler, onu modern bilim açısından özgün ve önemli kılan nokta, teorinin gözlemlere dayandırılması yoluyla gözlemin önemine işaret etmesidir.
Aristoteles’in felsefi görüşleri, dini inançla sarmalanarak Skolastik Felsefenin önemli bir bileşenine dönüşmüştür.
Comments